Sendikalara Dair

Hangi sendika gerçekten işçilerin söz ve karar sahibi oldukları sendikalardır? Bu açıdan öncelikle; işçi, işveren, sendika kavramlarını öğrenmeli, ardından da gerçek bir işçi sendikasının özelliklerini ortaya koymalıyız.

SENDİKA NEDİR?

İşçilerin çalışma yaşamından kaynaklanan sorunlarını görmek, ortak çıkarlarını, sınıf çıkarlarını ve haklarını koruyup geliştirmek için kurdukları örgütlere sendika denir. Sendikayı işçiler kurar, her kademesinde görev alır ve denetlerler.

Sendikalar işçilerin üretimden gelen güçlerini birleştirerek, ortak sorunlarına ortak çözümler aramalarını sağlayan örgütlerdir. Sendika, işçilerin birleşik gücüdür. İşçilerin birlik ve beraberliğinin somut ifadesidir. Sendika, işçilerin gönüllü ortaklığıdır. Sendika, işçilerin dünya işçi sınıfı ile bağlarını kuran, güçlü, örgütlü ve uluslararası işçi hareketinin yenilmezliğinin garantisi olan, her alanda mücadele veren kitle örgütleridir.

Ülkemizde sendikalar aynı işkolundaki değişik işyerlerinde çalışan işçileri kapsarlar.

İŞÇİ KİMDİR?

İşçi, işgücünü satarak, karşılığında aldığı ücretle kendisini ve ailesini geçindiren kişidir. İşçi, işverene işgücünü satar. Bu işgücü ile yaptığı üretim ya da hizmet karşılığı kendisini ve ailesini hayatta tutabilecek kadar bir ücret alır.

Her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de çalışan nüfusun önemli bir bölümü ücretlidir. Ücretli kesim, ister kol gücü ile çalışıyor olsun, ister kafa emeğiyle çalışıyor olsun, isterse masa başında memurluk yapsın, fark etmez, hepsi işçi sınıfının birer üyesidir. Bugüne dek kafa emeğini, yani kol gücü ile çalışmayanı işçi olarak görmeme anlayışı, işçi sınıfının birliğini ve ortak mücadele etme yeteneğini de yok etmiştir.

Bazen işverenler tarafından, bazen kendisi de işveren olan devlet tarafından memur ile işçi ayrılmaya çalışılmış, böylece sınıfın ortak mücadele gücü ortadan kaldırılmıştır. İşverenler arasında kendi mesleklerine bakmaksızın nasıl bir birlik ve ortak hareket etme kararlılığı varsa, bugün işçi sınıfı da benzer biçimde memur, kol emeği ile çalışan vs. ayrımlarına gitmeden ortak hareket edebilme zeminini yakalamalıdır.

İŞÇİ OLMAK NE DEMEKTİR?

1980 12 Eylül Darbesi’yle birlikte toplumsal değerler altüst edildi. Özal dönemi bu süreci pekiştirdi. Dürüstlük, ahlâk gibi insani değerler gitti, yerine kâr peşinde koşan, köşe dönmeyi “onur” sayan insanlar geldi. Onuruyla yaşamak neredeyse aptallık olarak görüldü. “Benim memurum işini bilir” anlayışı ile hırs, rekabet, rüşvet kutsandı.

“Ben zengini severim” anlayışıyla “yeni” bir toplum yaratıldı. Yoksulluk lanetlendi. Paranın ve yalanın hükümranlığı kuruldu. Bunlar yetmiyormuş gibi, yasal düzenlemelerde işçi lehine olan bütün yasalar iptal edildi.

Kaçak işçilik, sigortasız ve sendikasız çalışma yaygınlaştırıldı. Grev hakkı törpülendi. Pek çok emekçi yasalarla grev haklarından men edildi. Grevler ertelenebilir hâle getirildi. Bütün bunların üstüne, greve giden, direniş yapan işçiler acımasızca dövüldü ve işten atıldı.

Bir yandan ülkede demokrasi rüzgârları estirdiğini ilan edenler, diğer yandan toplumun bütün kesimlerini baskı altına almaya, insanları görüşleri yüzünden yargılayıp cezalandırmaya başladılar.

1980 öncesi işçi olmaktan, üretmekten onur duyan insanlar, bugün ürettikleri ürünlerin ayaklar altına alınmaya, itilip kakılmaya maruz kaldılar. En yüce değer olan emek hor görülmeye başlandı.

İşçi sınıfının da kişiliğinde değişimler oldu. 1980 öncesi örgütlü olmanın, birlik olmanın, ortak mücadele etmenin anlamını kavramış işçi kimliği yerine, kaderci, kendine güvenmeyen, sınıf kardeşleriyle ortak çıkarlarını savunamayan, her gün sınıf atlama telaşı içinde sağa-sola koşturulan bir dejenere kimlik yaratıldı.

Devletin ideolojik aygıtları, başta medya olmak üzere, yoğun bir dezenformasyon faaliyeti yürüttü. Yaşananları olağanlaştırdı, artık duvarların yıkıldığını, dünyanın değiştiğini, piyasa ekonomisinin tartışılmaz gerçek olduğunu söyledi. Özünde, kapitalizmin ebedi bir sistem olduğu yönünde yoğun manipülasyonlar yapıldı.

Oysa yaşamı her defasında yeniden kuran, giydiğimiz elbiseyi dokuyan, yediğimiz ekmeği pişiren, ısındığımız kömürü yeraltından binlerce can vererek çıkaran, bindiğimiz taşıtı üreten işçi sınıfının sorunları değişmedi. İşçi sınıfının yoksulluk ve açlık sınırındaki yaşamı değişmedi. Çocuk işçilerin sayısı azalmadı, tersine arttı. İş kazaları, kötü şartlarda çalışma, ölümler ve yaralanmalar da değişmedi.

Sonuçta her şey değişti ve işçi sınıfı örgütlülükten yoksun kaldı.

O hâlde anlaşılmalıdır ki, insanlar sadece çalışıp ürettikleri için dünyayı değiştiremiyorlar. İşçiler ancak neden ve nasıl ürettiklerini öğrendiklerinde, sadece kendileri için değil, bütün bir toplumun ve tüm dünyanın sorunları için örgütlendiklerinde çözüm yolları buluyorlar. Örgütsüz işçi bir köle olmaktan ileri gidemez.

İŞVEREN KİMDİR?

İşveren, işçi çalıştıran tüzel veya gerçek kişidir. Burada geçen tüzel kişilik kavramı ile şirket, holding veya devlet kastedilmektedir.

Çağrı merkezlerini örnek olarak alırsak; Teleperformance, Concentrix, Sitel, Cognizant, Webhelp gibi. Bunların tümü işveren konumundadır. Gerçek kişiler ise işyeri ya da çağrı merkezi açan, fabrika kuran ve buralarda işçi çalıştıran patronlardır.

Bugün ülkemizde imalat ve hizmet sektöründe 20 milyonun üzerinde ücretli çalışmakta. Bunun 15-16 milyonuna yakını işçi olarak kabul edilebilir. Açık (6-7 milyon) ve sayılmayan işsiz (3-4 milyon) sayısına, küresel krizin etkisiyle işsiz kalanların (1 milyonun üzerinde) eklenmesiyle işsizlerin sayısı 10-11 milyonu aşmıştır. Yani Türkiye’de çalışan işçilerin ve işsiz işçilerin toplam sayısı 20 milyondur. Yapılan sayımlara göre ise işverenlerin sayısı, küçük ve orta ölçekli işletmeler dâhil, 500.000’in üzerindedir.

 

İşverenler, çalışanlara oranla küçük bir azınlık olmalarına rağmen işletmeye müdahale edebilmekte, kendi lehlerine olan yasaları destekleyebilmekte, etkili olabilmekte ve kendi haklarını en ince detayına kadar koruyup geliştirebilmektedirler. İşverenlerin sayıca bu kadar az olmalarına ve tüm değerleri işçi sınıfı üretmesine rağmen, bunu nasıl başarırlar? Çünkü onlar örgütlüdür.

 

Bütün sanayiyi, üretimi ellerinde tutarken, aynı zamanda kendi aralarında birlik oluştururlar. TÜSİAD, TİSK, TOBB vb. gibi. Bununla da yetinmezler, uluslararası birlik kurarlar. Diğer ülke işverenleri ile ortak yatırımlar yaparlar, banka kurarlar. İşyerlerinde grev olduğu zaman yurtdışından ithalat yapmayabilirler. Her işveren diğerine destek olur. Çünkü işverenler bilirler ki, işçi sınıfı tüm dünyada nasıl ortak çıkarlarla sahip ise, işverenlerin de çıkarları ortaktır.

 

DEVLET DE İŞVERENDİR

 

İşverenin tanımını yaparken devletin de işveren olduğundan söz etmiştik. Devlet elinde bulunan işletmelerde işçilik yapan, devletin çeşitli kademelerinde memur, şoför, hizmetli olarak çalışan ve işgücünü devlete satarak ücret alan kişiler işçidir. Devlet bu işçilerin işvereni konumundadır.

 

Daha önceleri memurlar, devlet içinde ayricalıklı bir konumları olduğunu düşünerek işçi olmadıklarını sanmışlar ve işçi kimliği ile düşünmediklerinden örgütlenme gereksinimi hissetmemişlerdi. Sosyal devletin tasfiyesi, eğitim, sağlık ve ulaşımın özelleştirilmesiyle birlikte memurların özel statüsünün olmadığı açığa çıkmış, o günden bu yana kamu çalışanlarının mücadelesinde gelişme yaşanmamış, memurlar işçi sınıfının bir üyesi olduklarının bilincine vararak örgütlenmeye başlamışlardır. Kamu çalışanları, sendikal hareketin kitleselleşmesi, işçi sınıfının örgütlü gücünün artması açısından çok önemli bir gelişmedir.

 

İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİSİ NASILDIR?

 

Yaşadığımız toplumda konumlanışları itibariyle karşı karşıya olan iki temel sınıf vardır. Birincisi, tüm üretim araçlarını elinde tutan, buradan sağladığı ekonomik üstünlükle siyasi olarak da egemen olan işverenler ya da burjuvazi, diğer yanda ise sadece emeğini satarak ve karşılığında ücret alarak hayatını sürdüren işçi sınıfıdır.

 

İşverenler fabrikalarında, atölyelerinde, bürolarında, marketlerde, mağazalarda işçi çalıştırırlar. İşçinin üretmesi için makineler, tezgâhlar ve diğer üretim araçlarını sağlarlar. Çünkü işveren bilmektedir ki, eğer işçinin emeği olmasa, kumaştan elbise, ağaçtan mobilya, petrolden benzin, kumdan cam olmaz.

 

İşveren makinelerin sahibi olmakla, işçinin emeği ile üretilen ürünlere el koyar. Bunların karşılığında işçiye ücret öder.

 

Hiçbir işveren işçiye, kendisine kazandırdığı kadar ücret vermez, veremez. Çünkü işçi ürettiğinin değeri kadar ücret alsa, işverene el koyabileceği bir fazlalık kalmaz. İşveren işçiyi, emeği için harcanandan daha büyük bir değer yarattığı emeği için alır. İşçinin emeği her zaman kendi ihtiyacından fazlasını yaratır. İşverenin kâr diye ifade ettiği şey budur. Biz buna artı-değer diyeceğiz. İşveren sadece makinelerin, yani üretim araçlarının sahibi olduğu için bu fazlaya el koyma hakkına sahiptir. Yani işveren işçiye ekmek vermez. Tam tersi, işçi işveren için çalıştığından, işveren para kazanır.

Tüm maddi değerlerin—bindiğimiz otobüsün, yediğimiz ekmeğin, giydiğimiz elbisenin ve hatta işverenin önümüze koyduğu makinelerin, tezgâhların, işverenlerin yatlarının, kotralarının, lüks villalarının—yaratıcı sahibi emekçi olan işçidir.

Bu nedenle işveren, kârını artırabilmek için işçiye daha az ücret ödemek ve karşılığında daha çok üretim yaptırmak istemektedir. İşveren ve işçi arasındaki ücret nedeniyle süren pazarlıkların uzamasının, işverenin sürekli düşük ücret verme yanlısı olmasının nedeni budur. İşverenler, örgütlenen ve güçlü olarak karşılarına çıkacak işçi sınıfından bu nedenle çekinirler. Çünkü bu durumda işçi kendi emeğinin fiyatını belirleme hakkına sahip olacaktır. İşverenlerin sendikaya başvuran, üye olmak isteyen işçileri işten atmasının nedeni budur.

İşverenlerin bir başka avantajı da sürekli işsizliktir. İşverenler, işten çıkaracakları bir işçinin yerine hemen yeni işçi bulabileceklerinin bilincindedirler. Bugün çalışan her iki işçiye karşılık, dışarıda bir işçi bulunmaktadır. Ülkemizde her çalışan için bir yedek işçi düşmektedir. Yani bugün ülkemizde çalışma yaşındaki her beş kişiden biri işsiz durumdadır. İşsizlik, işverenin işçiye karşı sigortası konumundadır.

Ayrıca işverenler asgari ücretin yükseltilmesi için de çaba sarf etmek istemezler. Tam tersine, her işveren asgari ücretin düşük tutulması için elinden geleni yapar. Çünkü asgari ücret, işten atılan işçiye karşılık, en az dört yedek sanayi/hizmet ordusundan alacağı işçinin ücretidir. İşveren, asgari ücretin düşük olduğu ülkelerde işçilerin daha fazla ücret talep edemeyeceğini bilir. Asgari ücret böylesine düşük kaldıkça hiçbir işçinin iş güvencesi yoktur.

İşverenin kârını artırmasının bir yolu düşük ücret vermektir. Diğer yol ise enflasyondur. İşverenler, denetlenebilir enflasyon oranı ile işçinin eline geçen paranın alım gücünü sürekli düşürürler. Aldığı zamla ilk bakışta işçinin maaşı artmış gibi gözükürken, aslında zaman içinde alım gücü azalarak daha gerilere gitmiştir. Elimize geçen parayla bunun garip örneklerini her gün yaşıyoruz. Geçen yıl aldığımız bir şeyi bugün alamamaktayız.

Neden Sendika?

Aslında buraya kadar neden örgütlenmek, neden sendikalı olmak gerektigini somut biçimde ortaya koyduk. İşçinin ortak çıkarlarının örgütlenmeden geçtiğini ve ancak örgütlü bir sınıfın güçlü ve haklarını alabilir konuma gelebileceğini gördük. Yine de sorunların sayılanlardan fazla olduğunu belirtmeden geçmeyelim. O hâlde “neden sendika?” diyenlere şu açık cevapları verelim:

Neden sendika? Çünkü fabrikaları, makineleri, tezgâhları elinde bulunduran bir avuç işveren milyarlar kazanırken, işçilerin birçoğu açlık sınırında yaşıyor. Açlığa ve sefalete “dur” demek için sendika.

Neden sendika? Çünkü işçi sınıfı ortak mücadele edemedikçe ücretler düşüyor, alım gücü azalıyor. İşverenlerin zorla verdiği zamlar ise enflasyon karşısında eriyip gidiyor. İşçinin alım gücünü yükseltmek için sendika.

Neden sendika? Çünkü hiçbir işçinin iş güvencesi yok. Hep daha fazla kazanmayı hesaplayan işverenler, işsizlere ihtiyaç duyuyor. Yüksek ücret isteyen işçiyi bu yolla korkutup, ücretleri düşürüyor. 2008 verilerine göre, her çalışan iki işçiye karşılık bir işçi işsizdir ve işsizlerin sayısı 7 milyonu geçmektedir. Bu ülkede işsizlik demek, ölüm demektir. İşsizliğe son vermek için sendika.

Neden sendika? Çünkü ülkemizde çalışma koşulları kötü. İş güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili önlemler yeterince alınmıyor. Yasalar işverenin geçinebileceği kadar esnetilebiliyor, her yıl onlarca işçi iş kazaları nedeniyle ya sakat kalıyor ya da ölüyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları açısından Türkiye dünya sıralamalarında başı çekiyor. Yalnızca 2008’deki Davutpaşa Katliamı ve Tuzla tersane işçilerinin ölümleri yaşananların boyutunu göstermektedir. İş kazaları ve meslek hastalıkları için yasal düzenlemede işverenin mali yükümlülüğü son derece az olduğundan, işveren önlem almak yerine, özellikle iş kazası geçirenlere tazminat vermeyi daha uygun buluyor. Bu bir cinayettir. İş cinayetlerine “dur” demek için sendika.

Neden sendika? Çünkü bu ülkede sosyal güvenlik yetersizdir. Çalışanların yarısından fazlası sigortasızdır. Devletin yayınladığı resmi rakamlara göre, kendi işkolumuzda sigortalı olanların sayısı ancak 70.000’in üzerindedir.

Oysa bu sektörde en az bu sayının iki katı kayıt dışı işçi çalışmaktadır. Yani işçilerin yarısından fazlası sigortasız ve buna bağlı olarak da sosyal güvenlikten uzaktır.

Sosyal güvenlik için sendika

Neden Sendika? Çünkü sosyal haklar verilmemektedir. İşçilerin ödediği vergiler ve primler işverenlere kredi olarak verilmekte, Sosyal Sigortalar Kurumu batırılmış, anayasal bir hak olan sosyal güvenlik özelleştirilmiştir. Sağlık gasp edilerek metalaştırılmıştır. Ancak parası olan, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Artık dünün en basit, son derece kolay kontrol edilen hastalıkları birer vaka hâline dönüşmüştür ve işçi sınıfının büyük bir kısmı sosyal güvenlikten mahrum bırakılmıştır.

Daha insanca bir yaşam için sendika

Neden Sendika? Çünkü çalışma saatleri çok uzun. İşçiler zorunlu mesailerle, yolda geçirdikleri zamanlar nedeniyle kendilerine ve ailelerine zaman ayıramıyorlar. İnsanca yaşamanın asgari koşullarını bile yerine getiremiyorlar. Dahası, işçiler çocuklarını da iyi bir eğitimle yaşama hazırlayamıyorlar. Parası olanlar özel okullarda eğitim görürken, pek çok işçi çocuğu zor koşullarda okuma uğraşı veriyor. Çoğunluğu okul yüzü görmeden, atölyelerde, mağazalarda, marketlerde, fabrikalarda çalışmaya zorlanıyor.

Daha aydın bir işçi sınıfı için sendika

Kısacası, daha onurlu, insana daha yarar bir yaşam için, özgür, eşit ve sömürüsüz bir dünya için sendika…

SENDİKALAR NASIL ÖRGÜTLERDİR?

  1. Sendikalar işçi sınıfının ekonomik demokratik kitle örgütleridir.

Sendikalar politik örgütler değildir. Politik örgütler iktidarı hedefleyen ve aynı düşünceyi savunan insanları bünyesinde barındıran örgütlerdir. Sendikalar ise siyasi düşüncesi ne olursa olsun işçi olan herkesin katılabileceği, işçi sınıfının işçi olmaktan dolayı yaşadığı sorunları göz önüne alarak hareket eden örgütlerdir. Ancak bu, sendikaların politika ile ilgilenmedikleri anlamına gelmez. Sendikalar, işçilerin aleyhine olan yasal mevzuatları düzeltmeye çalışan, işçi sınıfının çıkarları için demokrasiden yana tavır koyan örgütlerdir. Kitlesel olarak en büyük insan topluluklarını kucaklayan sendikalar, işçinin üretimden gelen gücünü de arkasına alarak toplumsal sorunların çözümünde aktif rol alırlar. Sendikalar, dil, din, mezhep, etnik köken, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş ayrımı gözetmeksizin tüm işçileri kapsar. Bu haliyle bir sendika, en büyük katılımın oluşturduğu geniş bir kitle örgütüdür.

  1. Sendikalar bir işçi, bir sınıf örgütüdür.

İşçi sendikaları yalnızca emekçileri bir araya getirir. Bu, sendikaların işçi sınıfına ait ve işçi sınıfının içinden doğup gelen örgütlenmeler olduğunu ortaya koyar. Bu haliyle her sendika, işçilerin örgütlü gücü, işçilerin temel örgütlenmelerinden biridir.

  1. Sendikalar bağımsız örgütlerdir.

Sendikalar hiçbir siyasi partiye, gruba, devlete ya da işverenlere bağlı değildir. Mücadelesini işçi sınıfının ortak çıkarları için verir. Bu mücadele çerçevesinde örgütlü bir güç olarak işverenler ve bir işveren olan devlet vardır. Sendikaların bu yapısı onun siyasetle uğraşmayacağı ya da tarafsız kalacağı anlamına gelmez. Sendikalar taraftır. Emeğin tarafıdır. Emeğin çıkarı neyi gerektiriyorsa, tavrını ona göre belirler.

NEDEN SENDİKA?

Bugün ülkemizde işçi konfederasyonu olarak üç tane konfederasyon ve bu konfederasyonlara bağlı sendikalar vardır. Ancak bu sendika ve konfederasyonlar arasında farklar mevcuttur. İşçiler sendikalarda örgütleneceklerine göre, bu sendikalardan birini seçmek zorundadırlar. Ancak acaba hangi sendika işçi haklarını savunur, hangi sendika gerçekten işçilindir, hangisi işçileri satar ve hangi sendika sarı sendikacılık yapmaktadır?

İşçilerin gerçekten haklarını almak, patronlara karşı güçlü olmak istiyorlarsa, bu sendikalar arasındaki ayrımı da çok iyi yapmalıdır. İşçi haklarını savunduklarını iddia etseler bile, patronların kontrolü altındaki sendikalara sarı sendika denir. Sarı sendikalar, işçi sınıfının ekonomik ve demokratik mücadelesini gerileterek, sınıfsal çıkarlarını unutturmaya çalışırlar. Bu tür sendikalarda demokratik bir işleyiş hâkim değildir. Toplu sözleşmeler üye işçilerin inisiyatifi dışında hazırlanır ve kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar sonucunda, işçiye sormaya bile gerek duymadan imzalanır. İşçiler işyeri temsilcilerini bile seçemezler. Genel kurullar çeşitli ayak oyunları ile hazırlanır. İşçinin hiçbir söz hakkı yoktur. Böyle sendikaların işçi haklarını savunamayacağı aşikardır.

Mücadeleci sendikaların genel politikasının belirlenmesinde ve çalışmaların saptanmasında işçiler belirleyicidir. İş yeri temsilcileri demokratik bir şekilde belirlenir ve sendika yöneticileri üyeler tarafından seçilir. Tabanın söz ve karar sahibi olması vazgeçilmez ilkelerindendir. Ancak bu ilke hayata geçirildiği oranda sendikal demokrasi gerçekleşebilir.

 

Mücadeleci sendikalar, toplu sözleşmeleri işçiler ile birlikte hazırlar, işçiler onayladıktan sonra imzalar. Sendikal demokrasiyi sonuna kadar uygular. İşçiler temsilcilerini ve yöneticilerini özgürce seçer ve denetler. Karar alma süreçlerine aktif olarak katılırlar. Sendika üyeliğinin vekalet verme değil, örgütüne sahip çıkmak olduğunu savunur. Sendika üyeliği sendikanın gönüllü demokratik ortaklığıdır.

 

Ücret, iş güvenliği, iş yeri koşulları, çalışma süresi vb. iş yaşamına ilişkin kazanılmış hakları koruyup geliştirir. İşçi ve emekçi kesimlerinde ortaya çıkan görüş farklıklarını dikkate alır, azınlıkta kalanların demokratik haklarını kullanabildikleri örgütsel kanallar açar. Kafa ve kol emeği ayrımı yapmadan tüm çalışanların birliğini savunur. Bir birey olarak işçinin kendisinin de işçi sınıfı kadar önemli olduğu gerçeğinden hareketle, işçilerin bugüne ilişkin özlem ve beklentilerini de dikkate alır.

 

İşçilerin mesleki, sosyal, kültürel eğitim ve diğer faaliyetleri için olanaklar yaratır. İşçinin sadece iş yaşamını değil, toplumsal yaşamını da değiştirmeyi hedefler. İşçilerin konut sorunu, çocuklarının okul sorunu, sağlık, emeklilik ve benzeri konularda projeler geliştirip uygulamayı amaçlar.

 

Sadece kendi üyelerinin değil, tüm toplumun hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi için mücadele eder. İşyerlerinde üretimin planlanması ve denetlenmesinde işçilerin de katılımını savunur. Özgür, eşit ve adaletli bir dünya yaratılması yolunda verilen mücadelesini sürdürmeyi amaçlar. Bu mücadele için diğer demokratik kitle örgütleri ile fikir alışverişinden ortak hareket etmeye kadar pek çok yolla kurulacak işbirliğini savunur.

 

HAYDI SENDİKAYA!

 

Çünkü:

İşçi sınıfı asalak değil, üreten ve hayatı yaratanıdır. İşçi sınıfının hak ettikleri, bugün aldıklarından çok daha fazladır. Sermayenin ulusal ve uluslararası örgütlülükleri ile işçi sınıfını baskı altına almaya çalıştığı açıktır. İşverenler, özelleştirme, taşeronlaşma, fason üretim, yarı zamanlı çalışma, geçici işçilik gibi yöntemler ile işçileri birbirinden uzaklaştırmakta, ellerindeki tüm iletişim olanaklarını kullanarak işçileri, evlerinde bile denetlemeye çalışmaktadırlar.

 

Sermayenin bu yoğun yönlü saldırılarına karşı, sıradan ücret sendikacılığını aşmak, her alanda işçi sınıfının çıkarlarını savunabilecek yaratıcı yöntemleri yaşama geçirebilen bir sendikal anlayış gereklidir.

 

Öyleyse;

 

İnsan onuruna yaraşır bir ücret için, Gerçek bir iş güvencesi için, Sendikal demokrasi için, Ekmeğimiz ve onurumuz için, Barış ve kardeşlik için, Eğitim, özgür ve adaletli bir dünyanın kurulması için

 

HAYDI SENDİKAYA!

Daha önceki bölümde işçilerin sendikalı olmanın önemine ve sendikaların görevlerine değindik. Ancak ülkemizde pek çok sendika var. Bizim işkolumuzda da birden çok sendika faaliyet göstermektedir. Peki, işçiler hangi sendikayı seçecekler?

Hangi sendika gerçekten işçilerin söz ve karar sahibi oldukları sendikalardır? Bu açıdan öncelikle; işçi, işveren, sendika kavramlarını öğrenmeli, ardından da gerçek bir işçi sendikasının özelliklerini ortaya koymalıyız.

SENDİKA NEDİR?

İşçilerin çalışma yaşamından kaynaklanan sorunlarını görmek, ortak çıkarlarını, sınıf çıkarlarını ve haklarını koruyup geliştirmek için kurdukları örgütlere sendika denir. Sendikayı işçiler kurar, her kademesinde görev alır ve denetlerler.

Sendikalar işçilerin üretimden gelen güçlerini birleştirerek, ortak sorunlarına ortak çözümler aramalarını sağlayan örgütlerdir. Sendika, işçilerin birleşik gücüdür. İşçilerin birlik ve beraberliğinin somut ifadesidir. Sendika, işçilerin gönüllü ortaklığıdır. Sendika, işçilerin dünya işçi sınıfı ile bağlarını kuran, güçlü, örgütlü ve uluslararası işçi hareketinin yenilmezliğinin garantisi olan, her alanda mücadele veren kitle örgütleridir.

Ülkemizde sendikalar aynı işkolundaki değişik işyerlerinde çalışan işçileri kapsarlar.

İŞÇİ KİMDİR?

İşçi, işgücünü satarak, karşılığında aldığı ücretle kendisini ve ailesini geçindiren kişidir. İşçi, işverene işgücünü satar. Bu işgücü ile yaptığı üretim ya da hizmet karşılığı kendisini ve ailesini hayatta tutabilecek kadar bir ücret alır.

Her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de çalışan nüfusun önemli bir bölümü ücretlidir. Ücretli kesim, ister kol gücü ile çalışıyor olsun, ister kafa emeğiyle çalışıyor olsun, isterse masa başında memurluk yapsın, fark etmez, hepsi işçi sınıfının birer üyesidir. Bugüne dek kafa emeğini, yani kol gücü ile çalışmayanı işçi olarak görmeme anlayışı, işçi sınıfının birliğini ve ortak mücadele etme yeteneğini de yok etmiştir.

Bazen işverenler tarafından, bazen kendisi de işveren olan devlet tarafından memur ile işçi ayrılmaya çalışılmış, böylece sınıfın ortak mücadele gücü ortadan kaldırılmıştır. İşverenler arasında kendi mesleklerine bakmaksızın nasıl bir birlik ve ortak hareket etme kararlılığı varsa, bugün işçi sınıfı da benzer biçimde memur, kol emeği ile çalışan vs. ayrımlarına gitmeden ortak hareket edebilme zeminini yakalamalıdır.

İŞÇİ OLMAK NE DEMEKTİR?

1980 12 Eylül Darbesi’yle birlikte toplumsal değerler altüst edildi. Özal dönemi bu süreci pekiştirdi. Dürüstlük, ahlâk gibi insani değerler gitti, yerine kâr peşinde koşan, köşe dönmeyi “onur” sayan insanlar geldi. Onuruyla yaşamak neredeyse aptallık olarak görüldü. “Benim memurum işini bilir” anlayışı ile hırs, rekabet, rüşvet kutsandı.

“Ben zengini severim” anlayışıyla “yeni” bir toplum yaratıldı. Yoksulluk lanetlendi. Paranın ve yalanın hükümranlığı kuruldu. Bunlar yetmiyormuş gibi, yasal düzenlemelerde işçi lehine olan bütün yasalar iptal edildi.

Kaçak işçilik, sigortasız ve sendikasız çalışma yaygınlaştırıldı. Grev hakkı törpülendi. Pek çok emekçi yasalarla grev haklarından men edildi. Grevler ertelenebilir hâle getirildi. Bütün bunların üstüne, greve giden, direniş yapan işçiler acımasızca dövüldü ve işten atıldı.

Bir yandan ülkede demokrasi rüzgârları estirdiğini ilan edenler, diğer yandan toplumun bütün kesimlerini baskı altına almaya, insanları görüşleri yüzünden yargılayıp cezalandırmaya başladılar.

1980 öncesi işçi olmaktan, üretmekten onur duyan insanlar, bugün ürettikleri ürünlerin ayaklar altına alınmaya, itilip kakılmaya maruz kaldılar. En yüce değer olan emek hor görülmeye başlandı.

İşçi sınıfının da kişiliğinde değişimler oldu. 1980 öncesi örgütlü olmanın, birlik olmanın, ortak mücadele etmenin anlamını kavramış işçi kimliği yerine, kaderci, kendine güvenmeyen, sınıf kardeşleriyle ortak çıkarlarını savunamayan, her gün sınıf atlama telaşı içinde sağa-sola koşturulan bir dejenere kimlik yaratıldı.

Devletin ideolojik aygıtları, başta medya olmak üzere, yoğun bir dezenformasyon faaliyeti yürüttü. Yaşananları olağanlaştırdı, artık duvarların yıkıldığını, dünyanın değiştiğini, piyasa ekonomisinin tartışılmaz gerçek olduğunu söyledi. Özünde, kapitalizmin ebedi bir sistem olduğu yönünde yoğun manipülasyonlar yapıldı.

Oysa yaşamı her defasında yeniden kuran, giydiğimiz elbiseyi dokuyan, yediğimiz ekmeği pişiren, ısındığımız kömürü yeraltından binlerce can vererek çıkaran, bindiğimiz taşıtı üreten işçi sınıfının sorunları değişmedi. İşçi sınıfının yoksulluk ve açlık sınırındaki yaşamı değişmedi. Çocuk işçilerin sayısı azalmadı, tersine arttı. İş kazaları, kötü şartlarda çalışma, ölümler ve yaralanmalar da değişmedi.

Sonuçta her şey değişti ve işçi sınıfı örgütlülükten yoksun kaldı.

O hâlde anlaşılmalıdır ki, insanlar sadece çalışıp ürettikleri için dünyayı değiştiremiyorlar. İşçiler ancak neden ve nasıl ürettiklerini öğrendiklerinde, sadece kendileri için değil, bütün bir toplumun ve tüm dünyanın sorunları için örgütlendiklerinde çözüm yolları buluyorlar. Örgütsüz işçi bir köle olmaktan ileri gidemez.

İŞVEREN KİMDİR?

İşveren, işçi çalıştıran tüzel veya gerçek kişidir. Burada geçen tüzel kişilik kavramı ile şirket, holding veya devlet kastedilmektedir.

Çağrı merkezlerini örnek olarak alırsak; Teleperformance, Concentrix, Sitel, Cognizant, Webhelp gibi. Bunların tümü işveren konumundadır. Gerçek kişiler ise işyeri ya da çağrı merkezi açan, fabrika kuran ve buralarda işçi çalıştıran patronlardır.

Bugün ülkemizde imalat ve hizmet sektöründe 20 milyonun üzerinde ücretli çalışmakta. Bunun 15-16 milyonuna yakını işçi olarak kabul edilebilir. Açık (6-7 milyon) ve sayılmayan işsiz (3-4 milyon) sayısına, küresel krizin etkisiyle işsiz kalanların (1 milyonun üzerinde) eklenmesiyle işsizlerin sayısı 10-11 milyonu aşmıştır. Yani Türkiye’de çalışan işçilerin ve işsiz işçilerin toplam sayısı 20 milyondur. Yapılan sayımlara göre ise işverenlerin sayısı, küçük ve orta ölçekli işletmeler dâhil, 500.000’in üzerindedir.

 

İşverenler, çalışanlara oranla küçük bir azınlık olmalarına rağmen işletmeye müdahale edebilmekte, kendi lehlerine olan yasaları destekleyebilmekte, etkili olabilmekte ve kendi haklarını en ince detayına kadar koruyup geliştirebilmektedirler. İşverenlerin sayıca bu kadar az olmalarına ve tüm değerleri işçi sınıfı üretmesine rağmen, bunu nasıl başarırlar? Çünkü onlar örgütlüdür.

 

Bütün sanayiyi, üretimi ellerinde tutarken, aynı zamanda kendi aralarında birlik oluştururlar. TÜSİAD, TİSK, TOBB vb. gibi. Bununla da yetinmezler, uluslararası birlik kurarlar. Diğer ülke işverenleri ile ortak yatırımlar yaparlar, banka kurarlar. İşyerlerinde grev olduğu zaman yurtdışından ithalat yapmayabilirler. Her işveren diğerine destek olur. Çünkü işverenler bilirler ki, işçi sınıfı tüm dünyada nasıl ortak çıkarlarla sahip ise, işverenlerin de çıkarları ortaktır.

 

DEVLET DE İŞVERENDİR

 

İşverenin tanımını yaparken devletin de işveren olduğundan söz etmiştik. Devlet elinde bulunan işletmelerde işçilik yapan, devletin çeşitli kademelerinde memur, şoför, hizmetli olarak çalışan ve işgücünü devlete satarak ücret alan kişiler işçidir. Devlet bu işçilerin işvereni konumundadır.

 

Daha önceleri memurlar, devlet içinde ayricalıklı bir konumları olduğunu düşünerek işçi olmadıklarını sanmışlar ve işçi kimliği ile düşünmediklerinden örgütlenme gereksinimi hissetmemişlerdi. Sosyal devletin tasfiyesi, eğitim, sağlık ve ulaşımın özelleştirilmesiyle birlikte memurların özel statüsünün olmadığı açığa çıkmış, o günden bu yana kamu çalışanlarının mücadelesinde gelişme yaşanmamış, memurlar işçi sınıfının bir üyesi olduklarının bilincine vararak örgütlenmeye başlamışlardır. Kamu çalışanları, sendikal hareketin kitleselleşmesi, işçi sınıfının örgütlü gücünün artması açısından çok önemli bir gelişmedir.

 

İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİSİ NASILDIR?

 

Yaşadığımız toplumda konumlanışları itibariyle karşı karşıya olan iki temel sınıf vardır. Birincisi, tüm üretim araçlarını elinde tutan, buradan sağladığı ekonomik üstünlükle siyasi olarak da egemen olan işverenler ya da burjuvazi, diğer yanda ise sadece emeğini satarak ve karşılığında ücret alarak hayatını sürdüren işçi sınıfıdır.

 

İşverenler fabrikalarında, atölyelerinde, bürolarında, marketlerde, mağazalarda işçi çalıştırırlar. İşçinin üretmesi için makineler, tezgâhlar ve diğer üretim araçlarını sağlarlar. Çünkü işveren bilmektedir ki, eğer işçinin emeği olmasa, kumaştan elbise, ağaçtan mobilya, petrolden benzin, kumdan cam olmaz.

 

İşveren makinelerin sahibi olmakla, işçinin emeği ile üretilen ürünlere el koyar. Bunların karşılığında işçiye ücret öder.

 

Hiçbir işveren işçiye, kendisine kazandırdığı kadar ücret vermez, veremez. Çünkü işçi ürettiğinin değeri kadar ücret alsa, işverene el koyabileceği bir fazlalık kalmaz. İşveren işçiyi, emeği için harcanandan daha büyük bir değer yarattığı emeği için alır. İşçinin emeği her zaman kendi ihtiyacından fazlasını yaratır. İşverenin kâr diye ifade ettiği şey budur. Biz buna artı-değer diyeceğiz. İşveren sadece makinelerin, yani üretim araçlarının sahibi olduğu için bu fazlaya el koyma hakkına sahiptir. Yani işveren işçiye ekmek vermez. Tam tersi, işçi işveren için çalıştığından, işveren para kazanır.

Tüm maddi değerlerin—bindiğimiz otobüsün, yediğimiz ekmeğin, giydiğimiz elbisenin ve hatta işverenin önümüze koyduğu makinelerin, tezgâhların, işverenlerin yatlarının, kotralarının, lüks villalarının—yaratıcı sahibi emekçi olan işçidir.

Bu nedenle işveren, kârını artırabilmek için işçiye daha az ücret ödemek ve karşılığında daha çok üretim yaptırmak istemektedir. İşveren ve işçi arasındaki ücret nedeniyle süren pazarlıkların uzamasının, işverenin sürekli düşük ücret verme yanlısı olmasının nedeni budur. İşverenler, örgütlenen ve güçlü olarak karşılarına çıkacak işçi sınıfından bu nedenle çekinirler. Çünkü bu durumda işçi kendi emeğinin fiyatını belirleme hakkına sahip olacaktır. İşverenlerin sendikaya başvuran, üye olmak isteyen işçileri işten atmasının nedeni budur.

İşverenlerin bir başka avantajı da sürekli işsizliktir. İşverenler, işten çıkaracakları bir işçinin yerine hemen yeni işçi bulabileceklerinin bilincindedirler. Bugün çalışan her iki işçiye karşılık, dışarıda bir işçi bulunmaktadır. Ülkemizde her çalışan için bir yedek işçi düşmektedir. Yani bugün ülkemizde çalışma yaşındaki her beş kişiden biri işsiz durumdadır. İşsizlik, işverenin işçiye karşı sigortası konumundadır.

Ayrıca işverenler asgari ücretin yükseltilmesi için de çaba sarf etmek istemezler. Tam tersine, her işveren asgari ücretin düşük tutulması için elinden geleni yapar. Çünkü asgari ücret, işten atılan işçiye karşılık, en az dört yedek sanayi/hizmet ordusundan alacağı işçinin ücretidir. İşveren, asgari ücretin düşük olduğu ülkelerde işçilerin daha fazla ücret talep edemeyeceğini bilir. Asgari ücret böylesine düşük kaldıkça hiçbir işçinin iş güvencesi yoktur.

İşverenin kârını artırmasının bir yolu düşük ücret vermektir. Diğer yol ise enflasyondur. İşverenler, denetlenebilir enflasyon oranı ile işçinin eline geçen paranın alım gücünü sürekli düşürürler. Aldığı zamla ilk bakışta işçinin maaşı artmış gibi gözükürken, aslında zaman içinde alım gücü azalarak daha gerilere gitmiştir. Elimize geçen parayla bunun garip örneklerini her gün yaşıyoruz. Geçen yıl aldığımız bir şeyi bugün alamamaktayız.

Neden Sendika?

Aslında buraya kadar neden örgütlenmek, neden sendikalı olmak gerektigini somut biçimde ortaya koyduk. İşçinin ortak çıkarlarının örgütlenmeden geçtiğini ve ancak örgütlü bir sınıfın güçlü ve haklarını alabilir konuma gelebileceğini gördük. Yine de sorunların sayılanlardan fazla olduğunu belirtmeden geçmeyelim. O hâlde “neden sendika?” diyenlere şu açık cevapları verelim:

Neden sendika? Çünkü fabrikaları, makineleri, tezgâhları elinde bulunduran bir avuç işveren milyarlar kazanırken, işçilerin birçoğu açlık sınırında yaşıyor. Açlığa ve sefalete “dur” demek için sendika.

Neden sendika? Çünkü işçi sınıfı ortak mücadele edemedikçe ücretler düşüyor, alım gücü azalıyor. İşverenlerin zorla verdiği zamlar ise enflasyon karşısında eriyip gidiyor. İşçinin alım gücünü yükseltmek için sendika.

Neden sendika? Çünkü hiçbir işçinin iş güvencesi yok. Hep daha fazla kazanmayı hesaplayan işverenler, işsizlere ihtiyaç duyuyor. Yüksek ücret isteyen işçiyi bu yolla korkutup, ücretleri düşürüyor. 2008 verilerine göre, her çalışan iki işçiye karşılık bir işçi işsizdir ve işsizlerin sayısı 7 milyonu geçmektedir. Bu ülkede işsizlik demek, ölüm demektir. İşsizliğe son vermek için sendika.

Neden sendika? Çünkü ülkemizde çalışma koşulları kötü. İş güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili önlemler yeterince alınmıyor. Yasalar işverenin geçinebileceği kadar esnetilebiliyor, her yıl onlarca işçi iş kazaları nedeniyle ya sakat kalıyor ya da ölüyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları açısından Türkiye dünya sıralamalarında başı çekiyor. Yalnızca 2008’deki Davutpaşa Katliamı ve Tuzla tersane işçilerinin ölümleri yaşananların boyutunu göstermektedir. İş kazaları ve meslek hastalıkları için yasal düzenlemede işverenin mali yükümlülüğü son derece az olduğundan, işveren önlem almak yerine, özellikle iş kazası geçirenlere tazminat vermeyi daha uygun buluyor. Bu bir cinayettir. İş cinayetlerine “dur” demek için sendika.

Neden sendika? Çünkü bu ülkede sosyal güvenlik yetersizdir. Çalışanların yarısından fazlası sigortasızdır. Devletin yayınladığı resmi rakamlara göre, kendi işkolumuzda sigortalı olanların sayısı ancak 70.000’in üzerindedir.

Oysa bu sektörde en az bu sayının iki katı kayıt dışı işçi çalışmaktadır. Yani işçilerin yarısından fazlası sigortasız ve buna bağlı olarak da sosyal güvenlikten uzaktır.

Sosyal güvenlik için sendika

Neden Sendika? Çünkü sosyal haklar verilmemektedir. İşçilerin ödediği vergiler ve primler işverenlere kredi olarak verilmekte, Sosyal Sigortalar Kurumu batırılmış, anayasal bir hak olan sosyal güvenlik özelleştirilmiştir. Sağlık gasp edilerek metalaştırılmıştır. Ancak parası olan, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Artık dünün en basit, son derece kolay kontrol edilen hastalıkları birer vaka hâline dönüşmüştür ve işçi sınıfının büyük bir kısmı sosyal güvenlikten mahrum bırakılmıştır.

Daha insanca bir yaşam için sendika

Neden Sendika? Çünkü çalışma saatleri çok uzun. İşçiler zorunlu mesailerle, yolda geçirdikleri zamanlar nedeniyle kendilerine ve ailelerine zaman ayıramıyorlar. İnsanca yaşamanın asgari koşullarını bile yerine getiremiyorlar. Dahası, işçiler çocuklarını da iyi bir eğitimle yaşama hazırlayamıyorlar. Parası olanlar özel okullarda eğitim görürken, pek çok işçi çocuğu zor koşullarda okuma uğraşı veriyor. Çoğunluğu okul yüzü görmeden, atölyelerde, mağazalarda, marketlerde, fabrikalarda çalışmaya zorlanıyor.

Daha aydın bir işçi sınıfı için sendika

Kısacası, daha onurlu, insana daha yarar bir yaşam için, özgür, eşit ve sömürüsüz bir dünya için sendika…

SENDİKALAR NASIL ÖRGÜTLERDİR?

  1. Sendikalar işçi sınıfının ekonomik demokratik kitle örgütleridir.

Sendikalar politik örgütler değildir. Politik örgütler iktidarı hedefleyen ve aynı düşünceyi savunan insanları bünyesinde barındıran örgütlerdir. Sendikalar ise siyasi düşüncesi ne olursa olsun işçi olan herkesin katılabileceği, işçi sınıfının işçi olmaktan dolayı yaşadığı sorunları göz önüne alarak hareket eden örgütlerdir. Ancak bu, sendikaların politika ile ilgilenmedikleri anlamına gelmez. Sendikalar, işçilerin aleyhine olan yasal mevzuatları düzeltmeye çalışan, işçi sınıfının çıkarları için demokrasiden yana tavır koyan örgütlerdir. Kitlesel olarak en büyük insan topluluklarını kucaklayan sendikalar, işçinin üretimden gelen gücünü de arkasına alarak toplumsal sorunların çözümünde aktif rol alırlar. Sendikalar, dil, din, mezhep, etnik köken, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş ayrımı gözetmeksizin tüm işçileri kapsar. Bu haliyle bir sendika, en büyük katılımın oluşturduğu geniş bir kitle örgütüdür.

  1. Sendikalar bir işçi, bir sınıf örgütüdür.

İşçi sendikaları yalnızca emekçileri bir araya getirir. Bu, sendikaların işçi sınıfına ait ve işçi sınıfının içinden doğup gelen örgütlenmeler olduğunu ortaya koyar. Bu haliyle her sendika, işçilerin örgütlü gücü, işçilerin temel örgütlenmelerinden biridir.

  1. Sendikalar bağımsız örgütlerdir.

Sendikalar hiçbir siyasi partiye, gruba, devlete ya da işverenlere bağlı değildir. Mücadelesini işçi sınıfının ortak çıkarları için verir. Bu mücadele çerçevesinde örgütlü bir güç olarak işverenler ve bir işveren olan devlet vardır. Sendikaların bu yapısı onun siyasetle uğraşmayacağı ya da tarafsız kalacağı anlamına gelmez. Sendikalar taraftır. Emeğin tarafıdır. Emeğin çıkarı neyi gerektiriyorsa, tavrını ona göre belirler.

NEDEN SENDİKA?

Bugün ülkemizde işçi konfederasyonu olarak üç tane konfederasyon ve bu konfederasyonlara bağlı sendikalar vardır. Ancak bu sendika ve konfederasyonlar arasında farklar mevcuttur. İşçiler sendikalarda örgütleneceklerine göre, bu sendikalardan birini seçmek zorundadırlar. Ancak acaba hangi sendika işçi haklarını savunur, hangi sendika gerçekten işçilindir, hangisi işçileri satar ve hangi sendika sarı sendikacılık yapmaktadır?

İşçilerin gerçekten haklarını almak, patronlara karşı güçlü olmak istiyorlarsa, bu sendikalar arasındaki ayrımı da çok iyi yapmalıdır. İşçi haklarını savunduklarını iddia etseler bile, patronların kontrolü altındaki sendikalara sarı sendika denir. Sarı sendikalar, işçi sınıfının ekonomik ve demokratik mücadelesini gerileterek, sınıfsal çıkarlarını unutturmaya çalışırlar. Bu tür sendikalarda demokratik bir işleyiş hâkim değildir. Toplu sözleşmeler üye işçilerin inisiyatifi dışında hazırlanır ve kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar sonucunda, işçiye sormaya bile gerek duymadan imzalanır. İşçiler işyeri temsilcilerini bile seçemezler. Genel kurullar çeşitli ayak oyunları ile hazırlanır. İşçinin hiçbir söz hakkı yoktur. Böyle sendikaların işçi haklarını savunamayacağı aşikardır.

Mücadeleci sendikaların genel politikasının belirlenmesinde ve çalışmaların saptanmasında işçiler belirleyicidir. İş yeri temsilcileri demokratik bir şekilde belirlenir ve sendika yöneticileri üyeler tarafından seçilir. Tabanın söz ve karar sahibi olması vazgeçilmez ilkelerindendir. Ancak bu ilke hayata geçirildiği oranda sendikal demokrasi gerçekleşebilir.

 

Mücadeleci sendikalar, toplu sözleşmeleri işçiler ile birlikte hazırlar, işçiler onayladıktan sonra imzalar. Sendikal demokrasiyi sonuna kadar uygular. İşçiler temsilcilerini ve yöneticilerini özgürce seçer ve denetler. Karar alma süreçlerine aktif olarak katılırlar. Sendika üyeliğinin vekalet verme değil, örgütüne sahip çıkmak olduğunu savunur. Sendika üyeliği sendikanın gönüllü demokratik ortaklığıdır.

 

Ücret, iş güvenliği, iş yeri koşulları, çalışma süresi vb. iş yaşamına ilişkin kazanılmış hakları koruyup geliştirir. İşçi ve emekçi kesimlerinde ortaya çıkan görüş farklıklarını dikkate alır, azınlıkta kalanların demokratik haklarını kullanabildikleri örgütsel kanallar açar. Kafa ve kol emeği ayrımı yapmadan tüm çalışanların birliğini savunur. Bir birey olarak işçinin kendisinin de işçi sınıfı kadar önemli olduğu gerçeğinden hareketle, işçilerin bugüne ilişkin özlem ve beklentilerini de dikkate alır.

 

İşçilerin mesleki, sosyal, kültürel eğitim ve diğer faaliyetleri için olanaklar yaratır. İşçinin sadece iş yaşamını değil, toplumsal yaşamını da değiştirmeyi hedefler. İşçilerin konut sorunu, çocuklarının okul sorunu, sağlık, emeklilik ve benzeri konularda projeler geliştirip uygulamayı amaçlar.

 

Sadece kendi üyelerinin değil, tüm toplumun hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi için mücadele eder. İşyerlerinde üretimin planlanması ve denetlenmesinde işçilerin de katılımını savunur. Özgür, eşit ve adaletli bir dünya yaratılması yolunda verilen mücadelesini sürdürmeyi amaçlar. Bu mücadele için diğer demokratik kitle örgütleri ile fikir alışverişinden ortak hareket etmeye kadar pek çok yolla kurulacak işbirliğini savunur.

 

HAYDI SENDİKAYA!

 

Çünkü:

İşçi sınıfı asalak değil, üreten ve hayatı yaratanıdır. İşçi sınıfının hak ettikleri, bugün aldıklarından çok daha fazladır. Sermayenin ulusal ve uluslararası örgütlülükleri ile işçi sınıfını baskı altına almaya çalıştığı açıktır. İşverenler, özelleştirme, taşeronlaşma, fason üretim, yarı zamanlı çalışma, geçici işçilik gibi yöntemler ile işçileri birbirinden uzaklaştırmakta, ellerindeki tüm iletişim olanaklarını kullanarak işçileri, evlerinde bile denetlemeye çalışmaktadırlar.

 

Sermayenin bu yoğun yönlü saldırılarına karşı, sıradan ücret sendikacılığını aşmak, her alanda işçi sınıfının çıkarlarını savunabilecek yaratıcı yöntemleri yaşama geçirebilen bir sendikal anlayış gereklidir.

 

Öyleyse;

 

İnsan onuruna yaraşır bir ücret için, Gerçek bir iş güvencesi için, Sendikal demokrasi için, Ekmeğimiz ve onurumuz için, Barış ve kardeşlik için, Eğitim, özgür ve adaletli bir dünyanın kurulması için

 

HAYDI SENDİKAYA!

Yazar

Scroll to Top