Kapitalist Toplum ve İşçiler

 

  1. BÖLÜM NASIL BİR TOPLUMDA YAŞIYORUZ?

Yaşadığımız toplum temelde iş gücünü satarak geçinen, aldığı ücretle yaşayan işçilerle, üretim araçlarına sahip olan işverenlerin olduğu bir toplumdur. Bu topluma sanayi toplumu, çağdaş toplum da denmesine rağmen özünde, üretim araçları (toprak, fabrikalar, makineler) ufak bir azınlığın özel mülkiyetindedir. Kapitalist toplum diye tanımlayabileceğimiz, yaşadığımız toplumda bir yanda işçi sınıfı, öte yanda sermaye sınıfı vardır. Bu sermaye sınıfına “şehirli” anlamına gelen burjuvazi denir. Kapitalin anlamı ise sermaye demektir. Yani yaşadığımız toplumun diğer bir tanımı da sermayenin egemenliğinin olduğu toplumdur.

KAPİTALİZM NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Avrupa kıtasında özellikle İngiltere’de 1700-1800’lü yıllarda sanayide ve ticarette büyük gelişmeler kaydedildi. Emekçilerin kullandıkları üretim aletlerinin gelişmesiyle birlikte, Amerika kıtasının keşfi ve sömürgeleştirilmesi, Hindistan ve Çin gibi yeni pazarlara deniz yolu ile gidilebilmesi, gemicilik, ticaret ve sanayide önemli atılımları doğurdu. Avrupa’da çökme durumuna gelen feodal toplumun (ülkemizdeki toprak ağalığı gibi, derebeyi toplumu) bağrında yeni bir toplum biçimi olan kapitalizm doğdu. Bu süreç kısaca şöyle gelişti: Feodal düzende üretim bir yanda evlerde yapılırken, diğer yandan usta-kalfa-çırak ilişkisine dayanan loncalarda yapılmaktaydı. Fakat ekonomik gelişmeler sonucunda loncalarda yapılan üretim yetersiz kalmıştı. Loncalar da üretimi düzenleyen meslek örgütleriydi. Lonca sistemi bozulunca tüccarlar evlere iş vermeye başladılar. Tüccarlar aracı olarak çalışıyorlardı. Evlerde çalışanlara ham madde (iplik gibi) veriyorlar, üretilen malları (kumaş gibi) alıp satıyorlardı. Kâr da aracı tüccarlara kalıyordu. Tüccarlar daha sonra aynı işi yapan kişileri bir araya getirip, bir imalathanede topladılar. Tabii ki bu imalathane bugünkü gibi değil, çok daha ilkel bir organizasyondu. Bu imalathanelere ayrıca manifaktür adı verilmekteydi. Manifaktürün Türkçe anlamı ise elle yapım demektir. İmalathane sahibi, burada çalışanlara, alet, makine ve hammadde vererek çalışanların ürettiği malı satıyorlardı. Örneğin imalathane sahibi iplik verip, kumaş elde edilmesini sağlıyordu. İmalathane sahibi, bu satılan kumaş miktarından, iplik tutarını, alet kirasını düştükten sonra, çalışanlara çok küçük bir ücret ödüyor, kendisine büyük bir kârın kalmasını sağlıyordu. Bu üretim, birçok zanaatkârın iflas etmesini, işlerini kaybetmesini beraberinde getirdi. Örneğin, dün tek başına dükkânlarında pantolon, ceket diken terziler artık işini kaybetmiş, yaşamak için iş gücünden başka satacak bir şeyleri kalmayan işçiler konumuna gelmişlerdi. İmalathanelerde işbölümü giderek yaygınlaştı. Pazarlar büyüdü ve genişledi. İmalathanelerdeki üretim artık gelişmeye ayak uyduramamaktaydı. Yeni yeni makineler, aletler ortaya çıktı. İmalathanede kullanılan çıkrık yerini iplik makinesine bıraktı. Demirci ustasının kullandığı çekicin yerini buharlı pres aldı. Halıların yerine, çıkrık makineleri kullanılmaya başlandı. Özellikle buharın bulunması ve endüstride kullanılması çok önemli değişimlere neden oldu. Buharlı gemiler, trenler, uzak mesafeleri kısalttı, malların ve insanların taşınmasını sağladı. Buharlı makineler, onlarca insanın yapacağı işleri tek başına gerçekleştirir oldu. Zamanla atölyeler, imalathaneler yüzlerce, binlerce işçinin çalıştığı fabrikalara dönüştü. İşte böyle bir ortamda modern sanayi ortaya çıktı. Makinelerin gelişmesi, fabrikaların kurulması daha çok sayıda köylü ve zanaatkârın işçileşmesine neden oldu. Aynı dönemler; kadınların ve bir karış boyunda çocukların da işçileşip, fabrikalarda, madenlerde çalışmasına yol açtı. Fabrikalarda üretim, atölye ve imalathanelerden çok farklıydı. Fabrikalarda üretim ortaklaşa yapılmaktaydı.

 

Fakat üretim ortaklaşa yapılmasına rağmen üretim araçları ufak bir azınlığın elindeydi. Bütün bu gelişmeler kolay olmadı. Tüccarlar ve sanayiciler, büyük toprak mülkiyetini korumak isteyen toprak ağalarına, derebeylerine, faizle para verilmesini yasaklayan kiliseye karşı mücadele ettiler. Siyasal iktidarı ele geçirmek için kavga verdiler. Bu süreç, tüccarların elindeki servetlerin sermayeye dönüşmesine, tüccarların kapitalist olmasına yol açarken, artık geçinemediğinden şehirlere göç eden köylüler, şehirde yaşayan elinde aleti, dükkânı kalmayan ama meslek sahibi kalfa, çırak, zanaatkârlar olarak iş gücünü satan işçiler hâline geldiler.

İşçi Kimdir?

İşçi, iş gücünden başka satacak bir şeyi olmayan, aldığı ücretle ailesini ve yaşamını sürdüren kişidir. İşçiler, üretim aracı sahibi değillerdir. Ücret karşılığında iş gücünü satarlar. İşçiler emekleriyle zenginlik mal yaratırlar. Değer üretirler. İşçiyi işçi yapan, oturduğu yer, giydiği elbise, kullandığı araba, buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi değildir. İşçiyi işçi yapan, üretim içindeki yeridir. Bugün işçiler çeşitli işkollarında çalışmalarına rağmen üretimde oynadıkları rol aynıdır. İş güçlerini satarak yaşarlar, üretim faaliyetine katılarak değer yaratırlar.

Sermaye Nedir?

Önemli bir noktayı belirtelim. Para sermaye değildir. Sermaye bir sömürü aracıdır. Sermaye, halen yaşadığımız kapitalist toplumla birlikte ortaya çıkmıştır. Şöyle açıklanabilir: Örneğin Mehmet adında birinin bir fabrika kuracak parası var. Ama o parayı evinde saklıyor. Bu para sermaye değildir. Ama aynı Mehmet bu parayla bir fabrika kurarsa, işçileri sömürmeye başlarsa bu para artık sermaye olmuştur. Yani sermaye, üretim araçları (makineler, fabrikalar, iş yerleri), işçilere ödenen paralar, kısacası yaşadığımız toplumu karakterize eden ilişkiler sistemidir. Başka bir deyimle, sermaye birikmiş emekten başka bir şey değildir.

Sonuç:

Kapitalist toplumda üretim, üretenin ihtiyacını ya da toplumun ihtiyacını gidermek için değil, üretilenleri pazarda, piyasada satmak için yapılır. Pazarda satmak üzere imal edilen bu ürünlere mal denir. Kapitalizmde kapitalist mal üretimi hâkimdir ve üretim kâr için yapılır.

  1. BÖLÜM YAŞADIĞIMIZ TOPLUMDA ÜRETİM ÜRÜN NEDİR? MAL NEDİR?

İnsanlar üretim yaparak, doğadaki maddeleri işleyerek ihtiyaçlarını giderirler. Üretim sonucunda ortaya çıkan maddelere ürün denir. Fakat her üretim ve ortaya çıkan her ürün birbirine benzemez. Örneğin kendimizin yapıp giydiği bir ayakkabı, annemizin yaptığı baklava, ördüğü bir kazak üründür. Fakat mal değildir. Diğer yandan ayakkabıcının yapıp sattığı ayakkabı, tatlıcının yapıp sattığı baklava, atölyede örülen, mağazada satılan kazak maldır. Çünkü ayakkabıcının yaptığı ayakkabı, tatlıcının yaptığı baklava, mağazadaki kazak ya da ürünler, yapanın ihtiyacı için değil, toplumdaki diğer insanların ihtiyacını gidermek amacıyla, pazarda satılmak üzere yani diğer ürünlerle değiş tokuş için üretilmektedir.

Kısaca, bir ürün doğrudan doğruya tüketim için değil de piyasada satılmak üzere üretiliyorsa bu ürünlere mal denir.

Kullanım Değeri-Değişim Değeri

Bir malın iki değeri vardır. Bir mal hem ihtiyacı giderdiği için faydalı ve değerlidir, hem de başka bir malla ya da para karşılığı değiştirilebildiğinden değerlidir. Bundan dolayı; her malın insan ihtiyacını karşılama özelliğine kullanım değeri denir. Ayrıca her malın pazarda satılacak bir nesne olma özelliğine de değişim değeri denir. Malın bu özelliğine ayrıca değer de denilmektedir.

Kaç Türlü Mal Üretimi Vardır?

İki türlü mal üretimi vardır. Birincisi basit mal üretimidir. Basit mal üretiminde, üreticiler (köylüler ve zanaatkârlar) üretim araçlarının ve ürettikleri ürünlerin sahipleridir. Tek başlarına kendileri çalışır ve kimseyi sömürmezler. Bu üretimi bir örnekle şöyle anlatabiliriz: İneği olan bir köylü ineğini sağar, sütünden peynir yapar.

Bu peynirin küçük bir kısmını kendi ihtiyaçlarını karşılamak için ayırır. Diğer kısmını ise ilgedeki pazarda satmaya gider. Pazarda sattığı peynirlerden dolayı eline bir miktar para geçer. Bu parayı köyüne götürmez. Bu parayla köyünde bulunmayan, ihtiyacı olan diğer şeyleri (şeker, gaz, kumaş vb.) almak için kullanır. Burada peynir üreten köylünün amacı bellidir. Köylü peynirden para kazanmayı amaçlamamaktadır. Peyniri pazarda satmasının amacı ihtiyacı olan başka mallar satın almaktır. Yani köylü satın almak için satmaktadır. İşte satın almak için satmayı amaçlayan üretime basit mal üretimi denir.

Mal üretiminin ikincisi ise kapitalist mal üretimidir. Kapitalist mal üretiminde üretim araçlarının mülkiyeti ufak bir azınlığın elinde toplanmıştır. Üreticiler (işçiler) ile üretilen malın sahibi (işverenler) aynı değildir. İşçiler, köylüler ve zanaatkârlar gibi ürettikleri ürünlerin sahibi değillerdir. Buradaki amaç, yukarıda örneğini verdiğimiz inek sahibi köylü gibi kendi ihtiyaçlarını gidermek için değil, kâr elde etmek içindir, ama satmak için satın almaktır. Bu nedenle yapılan üretime kapitalist mal üretimi denir.

Bir örnekle açıklayacak olursak; tekstil ürünleri üreten bir fabrika, işveren tarafından belirli bir para harcanarak kurulur. Sonra piyasadan üretim için gerekli hammadde, yardımcı malzeme, enerji satın alınır. Ama biliyoruz ki, makineler ve makinelerde kullanılacak hammaddeler durdukları yerde bir şey üretemezler. Makineleri çalıştıracak, hammaddeyi işleyecek işçiler gereklidir. İşveren, piyasadan ücret karşılığı fabrikalarda çalışacak işçileri kiralar. Bütün bunlar için bir para öder. Bu aşamadan sonra fabrikada üretime geçilir. İşçiler makinelerin başında artık çalışmaya başlamıştır. Yakıt, hammadde, elektrik kullanılır. Ortaya kumaştan (hammaddeden), gömlek, pantolon vb. gibi yeni mallar çıkar. İşçiler böylece hammaddeyi ve makineleri kullanarak mal meydana getirmekle yeni bir zenginlik, yeni bir değer üretmiş olurlar. İşveren gömlek, pantolon vb. alır, piyasaya satar, eline yeni bir para geçer. İşveren bu aşamada eline geçen parayla, ödediği ilk para (işçiye, hammaddeye, yardımcı malzemeye, enerjiye ödediği para) arasında büyük bir fark vardır. İşveren kâr elde etmiştir. Eğer işveren ilk ödediği para eline geçen paradan az olsaydı, zaten bu işletmeyi açmazdı. Zaten kâr elde etmezdi. Yani yaşadığımız toplumda üretim kâr için yapılır, üretilen bütün mallar piyasada satılmak üzere üretilir. Bundan dolayı “kapitalist düzenin tekerlerini döndüren kârdır” denilmektedir.

Mallarin Değeri Nasıl Belirlenir?

Mal ve ürün arasındaki farkı daha önce tanımlamıştık. Şimdi piyasada satılan malların değerinin nasıl hesaplandığına, fiyat olarak nasıl belirlendiğine bir bakalım. Her gün insanlar para karşılığında çok sayıda malı birbirleriyle değiştirirler. Peki, hiç düşündük mü, bu mallar hangi ölçüye göre alınır satılır? Ortak ölçü, kıstas nedir?

Şöyle bir düşünelim, malların ölçüsü sağladığı fayda olabilir mi? Eğer böyle olsaydı, her faydalı şeyin değerli olması gerekirdi. Mesela hava faydalıdır, insanların yaşamasını sağlar ama havanın bir değeri yoktur. Kimse şişeye havayı doldurup satmaz. Fakat hiçbir faydası olmayan altın ise değerlidir. Yani bir malın faydalı olması o malın değeri için bir ölçü değildir. Faydalı olma, insanın bir andaki tavrına, isteğine, bulunduğu yer ve zamana göre değişir.

Çok ciddi hasta bir insan, kendisinin iyileşmesi için gerekli olan ilaca bütün servetini verebilir. Ama sağlıklı bir insan bu ilaca bir tek lira bile vermez. Suyun bol ve ücretsiz olduğu bir yerde, bir bardak su bile satılmaz. Ama çölde susuzluktan ölmekte olan bir insan, bir bardak su için servet ödeyebilir. Demek ki malların değeri onların faydalılığıyla ölçülemez. Yani malların faydalı olması, değiş-tokuş edilebilmeleri yanında bütün malların ortak bir özelliği vardır. O da emektir. Çünkü bütün mallar, emek ürünüdür.

Bütün Mallar Emek Ürünüdür

Her mal bir emek ürünüdür. Örneğin buğday durduğu yerde hiçbir işe yaramaz, buğdayın un, unun ekmek yapılması bir emek harcanmasını gerektirir. Yeraltında petrol o hâliyle bir işe yaramaz, petrol çıkarılıp rafinerilere gönderilmesiyle buradan çıkan ürünler ihtiyaçları karşılar, enerji olur, sanayide kullanılır. Her mal emek ürünü olduğuna göre, malların üretilmesi için belli bir miktar emek harcandığına göre aradığımız ortak ölçü, bir malın üretilmesi için harcanan emektir.

Öyleyse bu harcanan emek miktarı nasıl ölçülür? Metre ile mi, kilo ile mi, yoksa litre ile mi ölçeceğiz? Tabii ki hayır. Her malın belirli bir süre içinde üretildiğini unutmayalım. Bu süre, dakika, saat, gün ya da ay olabilir. Bundan dolayı, harcanan emek miktarı zamanla ve bu zamanın birimlerinden biri olan saatle ölçülür. İşçilere ödenen ücret de saat karşılığı değil midir?

Örneğin, bir gömleğin ortaya çıkması 2 saat gerektiriyorsa, bu gömleğin değeri 2 emek-saattir. Veya bir pantolon 3 saatte ortaya çıkıyorsa, bu pantolonun değeri 3 emek-saattir. Bir televizyonun ortaya çıkması için 48 saat gerekiyorsa, bu televizyonun değeri 48 emek-saattir. Yani;

1 gömlek = 2 emek-saat, 1 televizyon = 48 emek-saat olduğuna göre, 1 televizyon = 24 gömleğe eşit olur.

Sonuç:

Buraya kadar yaşadığımız toplum, işçiler ve temel bazı konular üzerinde durduk. Bundan sonraki broşürümüzde, malların değerinin nasıl hesaplandığı, işgücümüzün de bir mal olduğunu, artı-değeri ve nasıl sömürüldüğümüzü öğreneceğiz.

 

Yazar

Scroll to Top