İşçi sınıfı, kapitalist sömürüye karşı mücadele eder. Bu mücadelede işçi sınıfının elinde çok çeşitli araçlar ve yollar vardır. Grev, işçi sınıfının kullandığı en önemli mücadele yöntemlerinden biridir. İşçilerin toplu olarak üretimi durdurmalarına grev denir.
Üretimi durdurmak ne demektir? İşçilerin makineleri, fabrikaları, bütün üretim araçlarını durdurması ve kapitalist pazar için mal ve hizmet üretmemesidir. Grev, toprağın işlenmemesi, madenlerin çıkarılmaması, fabrikalarda mal üretilmemesi, taşıtların işlememesi, bütün hizmetlerin durdurulması, kısaca; hayatın felç olmasıdır.
Kapitalist düzende üretimin durması demek, sömürü ve kâr çarkının durması demektir. Grev boyunca sömürü durur. Bu nedenle, kapitalistlerin ve onların siyasi iktidarlarının en korkulu rüyası grevdir.
DÜNYADA GREVLERİN TARİHİ
Dünyada işçi sınıfının grev silahını kullanmaya başlaması 200-250 yıl kadar önceye dayanır. Aynı tarihler fabrikaların da kurulduğu tarihlerdir. Böylece çok sayıda işçi, topluca çalışmaya, makineleri kullanmaya başlamıştır. O zamanlar gün doğumundan, gün batımına kadar çalışan işçiler, olağanüstü zor şartlarda hayatlarını sürdürmekteydi. Bu ağır çalışma koşullarına rağmen aldıkları ücret çok düşüktü. Özellikle işverenler daha az ücret ödediklerinden kadın ve çocuk işçiler çalıştırılmaktaydı.
Emeğin vahşice sömürüldüğü bu koşullarda kapitalistler kârlarına kâr katıyor, sermayelerini artırıyorlardı. O döneme ilişkin olarak yapılan istatistiklere göre, üç neslin yaşadığı toplam süre içinde dokuz nesil tükenmişti. Yani kapitalizmin çarkları genç bedenleri tüketerek kan ve gözyaşıyla dönüyordu.
Kapitalizmin özü olan “kâr, daha fazla kâr” mantığı acımasızca hayata geçiriliyordu. İşçi sınıfının çalışma ve yaşama koşullarına karşı isyan etmesi uzun sürmedi. Bu hareketlerin en önemlilerinden biri Ludizm-Makine Kırıcılığı idi. Ludist hareketten sonra Avrupa işçi sınıfı grev silahını kullanmaya başladı. 1812, 1816 ve 1819 yıllarında İngiltere’de yüz binlerce işçinin katıldığı, çok sayıda grev oldu. Bu eylemler içinde onlarca işçi kurşunlandı, bazıları idam edildi.
1789 ihtilali’yle Fransa’da derebeylik düzeni yıkılıp, burjuva sınıfı iktidara geldi. Bu burjuva devrimini izleyen yıllarda çeşitli grev hareketleri gerçekleşti. 1791’de Paris’te inşaat ve matbaa işçileri greve gitti. Yine Fransa’da 1831’de Lyon şehrinde, 1834’te ise Paris’te işçiler greve çıktı. Avrupa’da 1830 ve 1848 yıllarında büyük grev ve işçi eylemleri yaşandı. İşçi sınıfı ayağa kalktı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1 Mayıs 1886’da, Şikago şehrinden kabaran grev dalgası bütün ülkeye yayıldı ve genel grev biçimine büründü. 20. yüzyılda da önemli grev hareketleri yaşandı. Bu eylemler içinde 1926’da İngiltere’de gerçekleşen genel grev, öne çıkan işçi hareketlerinden biri oldu.
TÜRKİYE’DE GREVLERİN TARİHİ
Türkiye’de grevin tarihçesi 1840’lara kadar dayanmaktadır. İşçi hareketinin yükselişi karşısında egemen güçler, önlem alarak 1845’te Polis Nizamnamesi adı altında baskı yasaları çıkardı. Türkiye’de ilk belgelenmiş grev, 1872’de Beyoğlu telgraf işçilerinin grevi oldu. Genellikle ilk grevin Kasımpaşa tersane işçilerinin grevi olduğu bilinse de bu grev 1873’te gerçekleşti. 1872’den 1908’e kadar demiryolu işçilerinin, Beykoz Deri Kundura Fabrikası işçilerinin, iskele hamallarının, denizyolları işçilerinin, tütün işçilerinin, İstanbul’da matbaa işçilerinin başlattığı grevler yaşandı. Bu grevlerin başlıca nedeni: ücret sorunu, çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesiydi.
1908 yılının Ağustos ve Eylül ayında zincirleme ve yaygın bir grev dalgası yaşandı. İstanbul ve İzmir’deki tramvay işçileri, Selanik’teki tütün, tramvay, deri dokuma, fırın ve demiryolu işçileri, Adana’da pamuk fabrikaları işçileri, Ereğli’de maden işçileri greve çıktı. İşçi hareketinde yükselme, yeni bir baskı yasasıyla engellenmeye çalışıldı. 1909’da çıkarılan “Tatil-i Eşgal Kanunu” grevleri yasaklamasa da önemli sınırlamalar getirdi. Greve çıkmak, bir ön uzlaştırma sürecinden geçme koşuluna bağlandı. Kanunun çıkmasına rağmen demiryolu, tütün, tramvay, gazhane ve deri işçilerinin grevi sürdü.
İşçi sınıfı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde, 1919-1923 yılları arasında başta İstanbul olmak üzere, çeşitli grev eylemleri yaptı. Tek parti döneminde işçi sınıfı ve sendikalar üzerine yoğun baskılar uygulandı. Siyasi iktidar, işçi sınıfını kontrol altında tutmak ve bağımsız gelişimini durdurmak için sistemli anti-demokratik politikalar izledi. Yürürlükteki yasalar bile rafa kaldırılarak, işçilerin örgütlenmeleri ve grev yapmaları engellenmeye çalışıldı. 1933 yılında Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikle “grevleri teşvik edenler için” ağır cezalar getirildi. 1936 yılında çıkarılan İş Kanunu’yla grev yapılması bütünüyle yasaklandı.
1950-1960 arasındaki 10 yıllık dönem, işçilerin grev hakkını kazanmak için mücadele yürüttüğü yıllar oldu. Bu dönemde iktidarda olan Demokrat Parti, her ne kadar iktidara gelmeden önce grevi hak olarak tanıyacağını söylemiş olsa da, iktidarı döneminde işçi sınıfının örgütlenmesini ve mücadelesini engellemek yönünde yoğun baskılar uyguladı.
1961 Anayasası grev hakkını işçi statüsünde çalışanlara tanıyarak, Türkiye’de yeni bir süreci başlattı. Grev, anayasal bir hak olarak kabul edildi. Ancak, işçi statüsünde çalışanlara tanınan grev hakkının kullanımının düzenlenmesini, bu konuda çıkarılacak bir yasaya bıraktı.
1963’te, çıkarılan 275 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası ile Anayasa’da tanınan grev hakkına birçok sınırlama ve yasaklama getirildi ve lokavt da bir yetki olarak yasada yer aldı.
Grev hakkının Anayasa’ya bir hak olarak girmesi ve sonraki yıllarda yapılan yasal düzenlemeler, Türkiye işçi sınıfının bir asırlık mücadelesi sonucu elde edilmiş bir kazanımdı. Sermayenin ve siyasi iktidarların işçi sınıfına bir lütfu ya da bir bağışı değildi. Bu hak, söke söke, koparılarak alındı. 275 sayılı yasanın çıkması bile, Kavel işçilerinin anayasal haklarını fiilen kullanmaları sonucu gerçekleşmiş zorunlu bir düzenlemeydi.
1963-1980 döneminde birçok grev yaşandı. Bu eylemler, işçi sınıfının güçlenmesini ve hızla şekillenmesini beraberinde getirdi. İşçi sınıfı, kazanımı olan grev hakkı sayesinde, toplu sözleşmeler aracılığıyla önemli ekonomik ve demokratik haklar elde etti.
12 Eylül 1980 darbesi ile grevler yasaklandı. 1980-1983 yılları arasında grev yapılmasına yasak getirildi. 1984 yılında, 12 Eylül rejiminin sivil devamı olan süreçte, kontrollü bir toplu pazarlık dönemine geçildi. Ancak, 1982 Anayasası ve 2822 sayılı Toplu-İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası (1983), grev hakkına, 1963 yılında çıkarılan yasaya oranla birçok yeni sınırlama ve yasaklama getirdi. Grev hakkı, bir nevi göstermelik bir hakka dönüştü, fakat işçi sınıfı bu hakkın etkin bir şekilde kullanımı ve geliştirilmesi mücadelesini sürdürdü. Fiili mücadele, yasal mevzuatın belirlediği çerçeveyi darmadağın etti.
GREV ÇEŞİTLERİ
Grevler çeşitli amaçları gerçekleştirmek için yapılır. Grevleri hangi amaçla, ne için yapıldığına bakarak çeşitli sınıflara ayırabiliriz.
Örneğin, bir işyerinde çalışan işçiler, çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek için greve çıkabilirler. Talepleri daha fazla ücret, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve sendikal hakların daha da geliştirilmesi vb. olabilir. Bu tür grevde amaç: bu taleplerin gerçekleşmesi ve toplu sözleşmelere kazanımların hak olarak girmesidir. Ya da işçilerin toplu sözleşmede belirlenen hakların ihlali ve gaspı karşısında kazanılmış hakların hayata geçirilmesi, uygulatılması olabilir. İşçilerin bu grevine hak grevi denmektedir. Bu tür grevlerde işçi sınıfı, sermayedarların karından daha fazla pay almak, kendi lehine kazanımlar elde etmeyi hedefler. İşte bu hedefleri içeren grevlere ekonomik grev denir.
Ancak, işçi sınıfı yalnızca ekonomik grev yapmaz. Bunun yanında, sermayenin karına kar katmak amacıyla siyasi iktidarın uygulamaya soktuğu ya da sokacağı işçi düşmanı yasalara karşı da greve çıkabilir. Yine işçi sınıfı kendilerine yeni haklar tanıyan yasaların parlamentodan çıkması için greve gidebilir. Bu tür grevler çoğunlukla sorunun/sorunların yakıcılığından, bütün iş kollarında çalışan işçiler tarafından yapılır ya da gerçekleştirilir. Bu grevdeki amaç: ücret artışı ve benzeri hakların elde edilmesi değildir. Yani ekonomik içerikte değil, siyasal içeriktedir. Grev, sermayenin iktidarından bazı demokratik ve siyasal haklar koparmayı hedefler. Bu grevlere de siyasal grev denir. Bütün iş kollarındaki işçileri içine aldığı zaman da yapılan greve genel grev denir.
Genel grev, işçi sınıfının en önemli mücadele araçlarından biridir. Her genel grev az ya da çok siyasal amaç taşır.
Örneğin, SSGSS’ye karşı 14 Mart 2008’de 2 milyon işçinin katıldığı eylem genel direniş içeriğindedir. Aynı dönemde benzer yasaya karşı Yunan işçileri aralıklarla birer günlük iki genel grev gerçekleştirmiş ve tasarıyı geri çektirmişlerdir. Bu eylemlerde amaç; işçilerin kazanılmış haklarının gaspının engellenmesidir. Ancak sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi ve sağlığın özelleştirilmesi, uluslararası sermayenin işçi sınıfına topyekûn saldırısının bir parçası olduğundan, neo-liberal politikaların bir uzantısı içeriği taşıdığından, yapılan eylemin siyasal bir boyutu da bulunmaktadır. Yapılan eylemlerle işçi sınıfı, hem siyasal iktidarlar tarafından kendilerine bir “kurtuluş” reçetesi olarak sunulan neo-liberal ekonomik politikalara açık bir tavır almakta, hem de enternasyonal mesaj vermektedir.
Çünkü saldırı uluslararası düzeydedir. Eylem bütün iş kollarındaki işçilerin katılımıyla gerçekleşmiştir ve geneldir.
İşyeri grevi, bozkırda yanan bir ateşe, işkolu grevi bozkırın bir bölümünün yanmasıdır. Genel grev ise bozkırın tümünün tutuşmasıdır. Bozkırın tümünün tutuşması aydınlıktır, gelecektir.
Ekonomik grevin ve genel grevin dışındaki bir başka grev çeşidi ise dayanışma grevidir. Bir iş kolunda çalışan işçiler, bir başka iş kolunda greve giden sınıf kardeşlerinin sorunlarını kendi sorunları olarak görüp, harekete geçerek, onları desteklemek ve dayanışma için yaptıkları greve dayanışma grevi denir.
Bu tür grevdeki amaç, ne daha çok ücret ne de bir yasanın değiştirilmesi gibi siyasal içeriktedir. Grevde dayanışma ve güce güç katma esastır.
Dayanışma grevi yalnızca bir iş kolundaki işçilerin diğer iş kolundaki işçileri desteklemesi şeklinde gerçekleşmez, ayrıca uluslararası kapitalist sistemin günümüzde aldığı biçime bağlı olarak bir ülkedeki işçi sınıfının bir başka ülkedeki sınıf kardeşlerini desteklemek amacıyla da yapılabilir.
Bugün, ITT, Ford, General Electric, Toyota, Shell, Opel vb. çokuluslu tekeller, dünyayı ahtapot gibi sarmıştır. Uluslararası sermayenin işçi sınıfına karşı özelleştirme, sendikasızlaştırma, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi gibi politikalarla topyekûn saldırısı, dünyanın her tarafında yaşanmaktadır.
Örneğin, otomotiv sanayinde Amerikan tekellerinden biri olan Ford ya da Shell gibi İngiliz tekeli, birden çok ülkede ortaklık kurarak bu ülkelerdeki emeği vahşice sömürmektedir. Bu ulusötesi tekellerin fabrikalarında çalışan işçilerin sorunları da ortaktır.
Mesela, Ford’un hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da hem de Güney Kore’de kurulmuş otomobil fabrikaları olsun. Türkiye’deki fabrikada çalışan işçiler greve gittiğinde, Ford yönetimi, Yunanistan ve Güney Kore’deki fabrikalarda üretimi artırmak isteyecektir. Yunan ve Koreli işçiler Türkiye’deki sınıf kardeşlerini desteklemek için iş bırakırlarsa, dayanışma grevi yapmış olacaklardır. Bu tavır, işçi sınıfının enternasyonal kimliğinin açığa çıktığı, sınıf bilinci ve kardeşliğin en üst boyutlara ulaştığı bir durumdur.
1991 yılında Zonguldak maden işçilerinin grevini desteklemek için Güney Afrikalı liman işçileri gemilere kömür yüklemeyi durdurmuşlardır. Bu eylem, uluslararası sınıf dayanışmasını gösteren bir eylemdir.
1982 ANAYASASI GREV HAKKINA ÖNEMLİ DARBELER VURDU
12 Eylül faşist rejiminin ağır koşullarında plebisitle onaylanan 1982 Anayasası, baskılar ve yasaklar “manzumesidir.” Anayasa, cunta koşullarının ürünüdür ve bu koşulların bütün özelliklerini üzerinde taşımaktadır. Bugün 1982 Anayasası’nın anti-demokratik bir içeriğe sahip olduğu, bütün toplumsal kesimler ve siyasal eğilimler tarafından kabul edilmektedir.
1982 Anayasası’nda işçi sınıfının haklarını gasp eden ya da kısıtlayan maddelerden biri de grev hakkına ilişkin düzenlemedir. Anayasaya göre, ancak sendikalı işçiler grev hakkını kullanabilirler. Yani bugün işçi sınıfının büyük bir kısmını oluşturan sendikasız işçiler, örgütlü olmadıkları ya da örgütlenmeleri engellendiğinden dolayı grev hakkından yararlanamamaktadırlar. Bu işçilerin üretimi toplu hâlde durdurmaları “yasa dışı grev” olarak kabul edilmektedir. Özcesi, yasalara göre işçi kabul edilen ve işçi sınıfının büyük bir bölümünü oluşturan sendikasız işçiler, anayasal haktan mahrumdurlar.
Benzer bir yaklaşım, işçi sınıfının organik bir parçası olan “memur” tanımı içinde çalışan milyonlarca kişi için de geçerlidir. Memurların grev yapma hakkı ellerinden alınmıştır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegre olmaya çalıştığı bugünkü koşullarda, topluluğa bağlı ülkelerin bütününde memurların sendikalaşma hakkı bulundugu ve çoğunda toplu pazarlık hakkının elde edildiği ve yine çoğunlukla grev hakkının olduğu düşünülürse; ülkemizde siyasal iktidarların memurlara grevsiz, toplu sözleşmesiz, dernek mahiyetinde “sendikalaşma” hakkı dayatması yaşanan anti-demokratik ortam hakkında önemli veriler sunmaktadır.
Bununla birlikte, 1982 Anayasası lokavtı anayasal bir yetki olarak kabul ederek, işçi sınıfının örgütlü mücadelesine önemli bir darbe vurmuştur. Yine Kuzey Avrupa’da birçok ülkede grev anayasal bir hak iken, lokavt anayasal bir madde olarak kabul edilmemektedir.
1982 Anayasası’nın anti-demokratik içeriklerinden biri de siyasi grevi, genel grevi, dayanışma grevini, işyeri işgalini, iş yavaşlatmayı, verim düşürmeyi ve çeşitli işçi direnişlerini yasaklamasıdır. Bu düzenleme, bir anlamda işçi sınıfının kolunu kanadını kırarak, hareketsiz bırakmayı amaçlamaktadır.
1982 Anayasası’nın yasakladığı grev türlerinden biri de hak grevidir. Yani yürürlükte olan toplu iş sözleşmesine işverenler tarafından uyulmadığı durumda işçilerin grev yapma hakkının engellenmesi… Bu durum, işverenlere pervasızca davranarak, toplu sözleşmeleri ihlal etme olanağı vermiştir.
Anayasa’nın grev hakkına getirdiği kısıtlamalar bunlarla da sınırlı değildir. Grevler “gerekli görüldüğünde” yasaklanabilmekte ya da ertelenebilmektedir. Başlatılacak ya da sürmekte olan grevler yasaklanır ya da ertelenirse, uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulu’na gitmektedir. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası grevlerin ertelenmesi hususunda hükümete önemli yetkiler tanımaktadır.
1982 Anayasası, grevlerin sadece “toplu iş sözleşmesinin” yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması “hâlinde” uygulanabileceği hükmünü koymaktadır. Bu düzenlemeye göre grev sadece işyeri sorunlarıyla ilgili olarak yapılabilmektedir.
Anayasa’nın grev hakkını zorlaştırıcı hükümlerinden biri de aşağıdaki hükümdür:
“Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendika sorumludur.”
Bu hüküm, her türlü keyfi yaklaşıma olanak sunmakta, sendikal örgütlülüğe ve işçilere yönelik önemli tehditleri içermektedir.
YASALARDA GREV HAKKINA GETİRİLEN SINIRLAMALAR
Sıkıyönetim ilan edilen ya da olağanüstü hâl uygulanan yerlerde grevlere önemli sınırlamalar getirilmiştir. Sıkıyönetim olan yerlerde, sıkıyönetim komutanlığı grevleri yasaklama ya da izne tabi tutma yetkisine sahiptir. Bununla birlikte bir dizi sendikal faaliyet yine sıkıyönetim komutanlığı tarafından durdurulabilmekte ya da izne tabi tutulabilmektedir.
Olağanüstü hâl uygulanan yerlerde ise, grevler bir aya kadar ertelenebilmektedir. Ayrıca bu karara karşılık sendikanın Danıştay’a başvurma hakkı bulunmamaktadır.
Diğer yandan 1982 Anayasası’na göre yasaklanan veya ertelenen grevlerin yeniden başlatılması mümkün olmadığından, yukarıdaki durumlarda grevleri sona erdirmek, devletin inisiyatifindedir.
2822 sayılı yasada grev hakkına önemli yasaklama ve sınırlamalar getirilmiş, 6356 sayılı yasayla sınırlamalar derinleştirilmiş ve daha ince ve etkili hale getirilmiştir.
6356 SAYILI YASAYA GÖRE GREVİ SINIRLAYAN DÜZENLEMELER
Grev ve lokavt yasaları 6356 sayılı Yasa’nın 62. maddesine göre şöyledir:
(1) Can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve mezarlıklarda; şehir şebeke suyu, elektrik, doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğal gazdan yapılan petrokimya işlerinde; (…) Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye (…) ve hastanelerde grev ve lokavt yapılamaz.
(2) Bakanlar Kurulu, genel hayati önemli ölçüde etkileyen doğa olaylarının gerçekleştiği yerlerde bu durumun devamı süresince yürürlükte kalmak kaydıyla gerekli gördüğü işyerlerinde grev ve lokavtı yasaklayabilir. Yasak kalktıktan itibaren altmış gün içinde altı iş günü önce karşı tarafa bildirilmek kaydıyla grev ve lokavt uygulamasına devam edilir.
(3) Bağladığı yolculuğu yurt içindeki varış yerlerinde bitirmemiş deniz, hava, demir ve kara ulaşım araçlarında grev ve lokavt yapılamaz.
Anayasa Mahkemesi’nin 22/10/2014 tarihli ve E.: 2013/1, K.: 2014/161 sayılı Kararı ile, bu fıkrada yer alan “…bankacılık hizmetlerinde;…” ve “…şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde…” ibareleri iptal edilmiştir.
GREV KISITLAMALARI
Bugün grev aleyhtarı yasa maddeleriyle, ekonomik grev dışındaki grevler yasaklanmıştır. Ekonomik grevin yasal grev olduğu açıklansa da, bu grevin de fiilen etkisizleştirilmesi yönünde birçok hüküm yasada yer almaktadır. Bunun yanında ekonomik grev de bazı koşullara bağlanarak zorlaştırılmıştır.
İşçi ve işveren arasında toplu sözleşme görüşmeleri yapılırken uyuşmazlık çıkarsa, işçiler hemen greve gidememektedir. Grev hakkının kullanılabilmesi, toplu sözleşme prosedürüne bağlı kılınmıştır. Özcesi, grev hakkı toplu sözleşme düzeninin bir parçası yapılmıştır. Toplu sözleşme prosedürü işçilerin aleyhine işleyen bir süreci kapsayarak, işverenin greve karşı önlemler almasını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca prosedür izlenerek grev hakkı doğmasına rağmen bu, grev kararı almak ve yapmak anlamına gelmemektedir. Greve bağlanması da bir dizi adımın atılması ve prosedürün izlenmesini gerektirmektedir.
Grev kısıtlamaları bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Bazı işkollarında hâlen grev yasağının bulunması, sıkıyönetim dönemlerinde ve olağanüstü hâl durumlarında grev hakkının askıya alınması, işçi sınıfının grev hakkından yoksun kalması ve bu hakkın kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Sınıfın gücünün etkisizleştirilmesi amaçlanmaktadır.
Hükümete grevleri erteleme yetkisinin verilmesi de önemli bir grev kısıtlama hükmüdür.
Bunun yanında en önemli grev kısıtlama hükümlerinden biri de lokavttır.
Lokavt yasal bir içeriğe büründürülse de, özünde kapitalistlerin işçi sınıfı hareketine karşı kullandıkları en kaba mücadele araçlarından biridir. Lokavt işçilerin en temel haklarını gasp eder.
Lokavt, kapitalistlerin işçilerin toplu hâlde çalışmasına engel olarak, onları aileleriyle beraber işsizlik ve açlığa mahkûm etmesidir. Lokavt hak değildir, bir toplum suçudur. İşçi sınıfının mücadelesini ve bu mücadelenin bir biçimlerinden biri olan grevi kısıtlamaktadır.
Diğer bir grev kısıtlayıcı uygulama da grev oylamasıdır.
Mücadeleci sendikalar grev kararını, işçilerin söz ve karar sahibi olması ilkesini hayata geçirerek alır. İşçiler zaten grev kararının alınmasına aktif olarak katılır. Bu durumda, yasada belirtilen grev oylaması, mücadeleyi engellemekten ve sendikal haklarını tehdit etmekten başka bir işe yaramamaktadır.
GREV NEDEN BİR MÜCADELE OKULUDUR?
Yukarıda belirttiğimiz “yasal” kısıtlamalara rağmen, grev bir mücadele okuludur.
Çünkü grev, bir işçinin birleşerek neler yapabileceğini gösteren en önemli mücadele pratiğidir.
Tek başına bir işçi bir su damlasıysa, birleşen işçi sınıfı bir seldir. Selin gücüne sahiptir. Grev, işçi sınıfına birlik olunmasıyla nelerin başarılabileceğini gösteren somut bir deneyimdir. Seli yaratanlar kendi güçlerinin farkına varır, bilincine ulaşırlar.
Grev, işçi sınıfına kapitalist devletin ve yasalarının ne olduğunu, neye hizmet ettiğini gösterir. Greve giden işçi, dostu ve düşmanı çıplak olarak görür. Yıllarca demagojik bombardıman altında kalan işçi, gerçek değiştirici, dönüştürücü gücünü fark eder. Safını bilir, safında yer alan dostlarını tanır ve anlar.
İşçilerin kazandığı bu ve benzeri deneyler, grevleri mücadele okulu hâline getirir. Kararlı bir şekilde yürütülen her grevde işçilerin daha da bilinçlendiği ve mücadele güçlerinin ve sevklerinin arttığı açık bir gerçekliktir.
SON SÖZ
Grev işçi sınıfının yürüttüğü önemli bir mücadele biçimidir. Ama işçi sınıfının zengin mücadele yollarından sadece biridir.
İşçi sınıfı mücadelesini sadece grevlerle yürütmez. İşçilerin başka sendikal mücadele biçimleri de vardır. İşçi sınıfı, farklı koşul ve konjonktürlerde, farklı mücadele taktiklerini ya bir arada ya da ayrı ayrı kullanabilir.
Örneğin, gösteri yürüyüşleri, mitingler, toplantılar, iş yavaşlatma eylemleri, oturma grevleri, imza kampanyaları gibi zengin ve çok çeşitli mücadele yolları vardır.
İşçiler, mücadeleyi yürütmenin diğer yollarına da önem vermelidir. Yalnızca grev eylemleriyle kendilerini sınırlamamalıdır.
İşçi sınıfı bu mücadeleler içinde gelişerek, kendi kaderinin efendisi olma yolunda önemli adımlar atacaktır.
Unutulmasın; birliğimiz gücümüz, grev silahımızdır!