2025’te İzmir’in ilçe belediyelerinde yapılan TİS süreçlerinde yaşananlara dair DİSK Genel-İş İzmir Şubelerine üye işçilerin ilettiği metni sizlerle paylaşıyoruz.
Sandık Demokrasi mi?
İşçi sınıfı ile demokrasi arasındaki bağ sınıf hareketinin söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğü için önemli bir basamağını oluşturuyor. Demokrasinin uygulama biçimi ve yöntemi kimin için demokrasi sorusunu ortaya çıkarırken bir karar alma biçimi olan “Sandık oylamasını ve temsili demokrasi”yi bir kez daha tartışmayı zorunlu buluyoruz. Sandık yoluyla gerçekleşen oylamaya dayalı katılım, işlevsiz bir “temsiliyet” illüzyonu yaratırken, aynı zamanda işçi sınıfının özneleşme ve kolektif irade inşa etme mücadelesindeki çelişkileri de görünür kılıyor. Tıpkı İzmir’deki belediye işkolunda Genel-İş Sendikası’nın gerçekleştirdiği iki sandık oylaması gibi. İlki, Bayraklı Belediyesi’nde grevdeki işçilere SODEMSEN’in son teklifinin oylamaya sunulması; ikincisi ise Karabağlar Belediyesi’nde yüzde 37,3’lük SODEMSEN zam oranının onaylatılma süreci. Her iki örnek, sendikal karar alma mekanizmalarının tabandan kopukluğunu ve “demokrasi”nin araçsallaştırılarak sınıfın gerçek taleplerinin nasıl göz ardı edildiğini ortaya koyuyor.
Her şeyden önce içiler bakımından katılımın düşük olduğu bir sandık sonucu temsil sorununu ortaya çıkarıyor. Neden işçiler sandıklara gelmekten imtina ediyor ya da sendikanın manipülasyonu sonucu istemsizce bir karar almaya mecbur bırakılıyor? Toplu sözleşme süreçlerinde işveren teklifinin işçilerin taleplerinin çok gerisinde olacak biçimde sandıkta oylamaya sunulması demokrasi kavramının işveren lehine istismar edilmesinden başka bir anlam taşımıyor. İşçiler toplu sözleşme taleplerini demokratik yollarla belirlemişken sendikaya düşen görev bu talepleri yeniden belirlemek değil işçilerin taleplerine yakın teklifleri dikkate alan bir yol izlemektir. Belirlenmiş olan toplu sözleşme taleplerinin sandık kurarak yeniden belirlemeye çalışmak işçileri manipüle etmenin kendisidir.
Sandığa dayalı karar alma süreçleri mutlak anlamda işlevsiz olmasa da bu sürecin nasıl şekillendirildiğine bakmalıyız. Otonom bir sınıf hareketinin ortaya çıkması ve etkin bir demokratik katılım kültürünün inşası için sınıfın temsiliyet ve katılım mekanizmalarının üretim süreçlerinden örgütlenme pratiklerine uzanan geniş bir alanda adil ve şeffaf bir zemin üzerinde güçlendirilmesi gerekiyor. Aksi halde sandık, işçi iradesini yansıtan bir araç olmaktan çıkıp, taleplerin bastırıldığı bir araca dönüşebiliyor. İşçiler, patronların ve sendika bürokrasisinin çizdiği sınırlar içinde, önceden belirlenmiş senaryolara yalnızca “evet” veya “hayır” deme zorunluluğuyla karşı karşıya kalıyor. Bu zorunluluk, pasivize edilmiş bir işçi gerçekliği ile mücadeleden vazgeçmiş sendikal gerçekliği besliyor. Ve bu yöntem işçileri susturmanın bir aracı haline getiriliyor. Eğer bir toplu sözleşme işçilerin yaşam standartlarını iyileştirmiyor, aksine mevcut haklarını bile tehlikeye atıyorsa, bu sonucun sandığın demokratikliğinden bağımsız olarak meşru olmadığını gösteriyor. Eğer gerçek bir demokrasi inşa edilecekse bu işçilerin kendi seslerini, taleplerini ve mücadelelerini karar alma mekanizmalarının tam merkezine koymalarıyla mümkün olacaktır.
Önemli mücadele alanları olan TİS süreçlerindeki sendikaların tutumu ekonomik ve sosyal hakları savunmada yetersiz kalıyor. Sendikalar, sunulan ücret tekliflerini net bir tutumla reddetmekten kaçınıyor. Bu netsizlik sürecin “kazanılmış” algısıyla soslanarak servis edilmesiyle sonuçlanıyor çoğu zaman. Oysa sendikalar, tarihsel olarak işçi sınıfının mücadelesinde itici bir güçken, bugün sınıf mücadelesinden kopuk ve süreci kendi konfor alanlarını korumak üzere yeniden kurgulamış durumda. İşçilerin taleplerini bölmeye ve etkisizleştirmeye çalışan bu zihniyet sandıkları da bu bölme stratejisinin en etkili araçlarından biri haline getiriyor. Çünkü görünürde işleyen “demokrasi” özünde işçiler üzerinde bir baskı aracı olarak şekilleniyor. Sandığa katılım oranlarının, işçilerin yaşadığı baskıların üstü örtülerek süreç sonlandırılıyor.
Gerçek işçi demokrasisi, yalnızca sandıkla sınırlı bir yapı değildir. İşçilerin, taleplerini ve mücadelesini doğrudan belirleyebildiği, süreçlerin tamamen şeffaf olduğu, her bir işçinin eşit söz hakkına sahip olduğu bir sistemdir. Bu bağlamda taban inisiyatiflerinin güçlendirilmesi, şeffaf ve denetlenebilir bir yönetim mekanizması oluşturulması, denetim mekanizmalarının işler hale getirilmesi gerekir. Sürecin başından sonuna kadar işçilerin tümden dahil edildiği kolektif alanların yaratılması zorunlu olarak sağlanmalıdır. Bürokrasiye ve dayatmalara karşı direnmek, ancak taban hareketinin güçlenmesiyle mümkün olur. Unutulmamalıdır ki, işçi demokrasisi yalnızca sandıkta değil; iş yerlerindeki komitelerde, taban inisiyatifinin güçlendirilmesinde, grev süreçlerinde ve mücadele alanlarında boy verir.
Genel-İş İzmir Şubelerine Üye İşçiler